ALLAH İsmi Şerifi | Kalplere Şifa Esmâü’l-Hüsnâ Şerhi
Allah (c.c) isminin tanımı ve Kur’ân üzerinden verdiği mesaj nedir? Allah ismini kainat kitabında nasıl okuyabiliriz? Allah isminin Peygamber Efendimiz (sav)’deki tecellisi nasıldır? Kalplere şifa “Allah” ismi bana ne diyor? Allah ismi şerifi ile dua nasıl yapılır?
Allah الله ismi şerifi, gördüğümüz görmediğimiz, bildiğimiz bilmediğimiz bütün alemlerin sahibi ve maliki kainatın yegane yaratıcısı her türlü övgüye ve ibadete layık olan yüceler yücesi Rabbimizin 99 isminin bütün hususiyetlerini kendinde toplayan en kapsamlı özel adıdır.
Allahu Teala varlığı zorunlu olandır, bütün övgülere layık olandır, birdir, tektir, eşsizdir doğmamıştır, doğurmamıştır, varlığının başlangıcı ve sonu yoktur. Hiçbir şeye muhtaç değildir, hiçbir şeye benzemez. Hiçbir şey de ona benzemez. Allah her türlü kemal sıfatlarla muttasıftır. Her türlü eksikliklerden yücedir.
Bu isim, sadece Allah’ın zatına mahsus bir özel isimdir ve hiç bir varlığa isim olarak verilemez. Arapça da dahil hiçbir dilde herhangi bir kelime Allah isminin yerini tutamaz bu sebeple hiçbir dile çevrilmez. Arapça’da “ilah ve mabud” Farsça’da “hüda ve yezdan“ Türkçe’de “tanrı ve çalab”, İngilizcede “god” Fransızca da “dieu” ve benzeri kelimeler çeşitli dillerde tanırıyı ifade için kullanılan kelimeler hiçbir şekilde Allah ismi celalinin yerini tutamaz. Allah ismi celalinin pek çok özelliğinden birisi şudur:
Beş harften oluşan Allah isminin başındaki Hemze (Elif harfi) kaldırılsa “lillah” kalır, Allah için demektir ve aynı anlam korunur. Birinci Lam kaldırılsa “lehu” kalır O’nun için, Allah için demektir. İkinci Lam atılsa hu kalır “hu” nun aslı huve dir. Huve, “O” da Allah’a işaret eder bunların her birisi Kur’an-ı Kerim’de geçmektedir.
Kalplere Şifa Esmaül Hüsna Kartı “Allah” İsmi Şerifi (PDF İndir)
Dosyayı indirmekte sorun yaşayan kardeşlerimiz Telegram kanalımıza katılıp oradan yüksek kaliteli versiyonunu indirebilir. Birr Mektebi Telegram kanalımıza katılmak için tıklayınız. 😊
ALLAH (C.C) İSMİNİN TANIMI ve KUR’AN ÜZERİNDEN VERDİĞİ MESAJ
O kendinden başka hiçbir ilah bulunmayan tek bir Allah’tır. Allah: O’nun zât ve özel ismidir. Diğer isimler fiilleri, sıfatları ve tecellileri ile ilgilidir:
En güzel isimler Allah’ındır. O’na o güzel isimleriyle dua edin.
A’RAF, 18
(Uluhiyete mahsus sıfatların hepsini kendinde toplamış bulunan Zât-i “Vâcibü’l-Vücûd”e delalet eden alemdir ve sayılan isimlerin içinde İsm-i Azam”dır.)
Doksan dokuz isimden birincisi Allah ism-i şerifidir. Bu ism-i şerifin manasında yazılan şu dört kaydı izah edeceğiz:
1- Uluhiyete mahsus sıfatlar.2- Allah isminin bir “ism-i cami” olması.3- “Vâcibü’l-Vücûd” mefhumu.4- Bu ismin “İsm-i Azam” olması.
1-ULUHİYETE MAHSUS SIFATLAR
Uluhiyete mahsus sıfatlar bütünlük ve üstünlük ifade eden bütün kemallerdir. Allahu Teâlâ kemal sıfatlarının hepsi ile muttasıf, noksan sıfatlarının (eksiklik manası sezilen bütün sıfatlar) hepsinden münezzeh ve mukaddestir (uzak ve yüksektir). Bunda tekmil ilim ve hikmet erbabının ittifakı vardır. Allah’ın muttasıf bulunduğu kemalâta bir son yoktur. Her kemalin zıddı bir nakısa olduğu için münezzeh bulunduğu nakısalara da bir nihayet yoktur. Bunları güzelce seçmek ve kolayca zapt etmek için tenzihler beş asla, kemaller sekiz asla irca edilmiştir.
Allahu Teâlâ’nın herhangi bir surette mahlûkata benzerliğini nefyeden ve bu nakısadan Allahu Teâlâ’nın nezahet ve kutsiyetini bildiren tenzihler şunlardır:
KIDEM: Allahu Teâlâ’nın varlığının önü olmamaktır. Yani yokken var olmuş değildir. Eğer öyle olsaydı kendisini var eden bir mucide muhtaç olur ve bu takdirde “vâcibü’l-vücud”, hak mabut olamazdı.
BEKA: Allahu Teâlâ’nın varlığının sonu olmamaktır. Eğer sonu olsaydı, varlığı zatının muktezası olmaz ve binaenaleyh “vâcibü’l-vücud” olmamak lazım gelirdi, bu takdirde yine uluhiyetle muttasıf olamazdı.
VAHDANİYET: Allahu Teâlâ’nın uluhiyetinde ve sıfatlarında herhangi bir ortak veya bir benzeri olmamaktır. Benzeri veya ortağı bulunmak, kemale ve uluhiyete münafidir. Allah misilsizdir, her şey O’na muhtaçtır, O’nun emriyle doğar, O’nun emriyle ölür. Muhtaç olan bir şey nasıl O’na misil olabilir?
MUHALEFETÜ’N-LİL-HAVADİS: Allahu Teâlâ havadis ve mümkünattan ibaret olan kâinattan hiçbir şeye benzemez. Hiç, Halik, mahlûk gibi olur mu? Olsa idi, O da bir Halik’e muhtaç olurdu, vacip ve gani olamazdı.
KIYAM Bİ-NEFSİHİ: Varlığı kendinden başka hiçbir şeye istinat etmeyen ihtiyaçsız bir varlıktır. Herhangi bir şeye zerre kadar ihtiyaç, uluhiyete münafidir.
Kemallerin raci olup Allahu Teâlâ’da bulunması vacip olan sıfatlar da şunlardır:
HAYAT: Allahu Teâlâ diridir. Ölü olan, bir şey yapabilir mi? Allahu Teâlâ her lahzada ne bedialar, ne harikalar yaratıyor ki, bunların seyrine doyulmaz, hakikatine erilmez.
İLİM: Allahu Teâlâ olmuşu, olacağı her şeyi bilir. Çünkü her şeyi yaratan ve her an yenileyip duran O’dur. Yaratan bilmez mi?
SEMİ: Allahu Teâlâ’nın işitmesi.
BASAR: Allahu Teâlâ’nın görmesidir. Kâinatın hiç bir noktasında Allahu Teâlâ’nın göremeyeceği veya işitemeyeceği hiçbir şey yoktur.
İRADE: Allahu Teâlâ her istediğini, istediği gibi yapar. İstemezse yapmaz. Hiçbir şeye mecbur değildir. İstemediği bir şeyi O’na cebren yaptıracak bir kuvvet yoktur.
KUDRET: Allahu Teâlâ’nın her şeye gücü yeter. O’nun yapamayacağı bir şey yoktur. O, bir şeyi yapmak istediğinde onu düşünüp tasarlamaya veya yardımcıya veya zamana, mekâna muhtaç değildir. Onu istemesiyle o şeyin meydana gelmesi bir olur.
TEKVİN: Allahu Teâlâ’nın yaratılmışlar üzerindeki icraat ve tasarrufatını bildiren fiilî sıfatlar, hep buna râcidir.
KELÂM: Allahu Teâlâ’nın söylemesidir, Kur’ân’a bak: Allah kullarına nasıl emirlerini ve nehiylerini bildiriyor, onlara nasihat ediyor; isimlerini, sıfatlarını öğreterek kendini tanıtıyor. Nimetlerini, lütuflarını sayarak kendini sevdiriyor. Kurtulma ve mesut olma yollarını gösteriyor. Onları bu yolları tutmaya teşvik, zarar ve ziyan görecekleri hallerden tahzir ediyor.
2-ALLAH İSMİNİN “İSM-İ CÂMİ” OLMASI
Allah ism-i şerifi, uluhiyete mahsus sıfatların hepsini câmi bulunan O ekmel zata delalet ettiği için kendisine “İsm-i Câmi” de denir.
3- VÂCİBÜ’L-VÜCÛD MEFHUMU
“Vacip”, zaruri manasındadır. “Vücud“, varlık demektir. Şu halde “Vâcibü’l-Vücud” demek, varlığı zaruri olan yani bir an için yokluğunu farz etmek imkânsız bulunan zat demektir. Allahu Teâlâ varlığı zaruri olmak sıfatıyla muttasıf bir “mevcûd-i hakîkî” dir. O’nun varlığı, zatının muktezasıdır. Yani varlığında zatından başka bir şeye muhtaç değildir. Böyle bir varlığın -velev ki bir an olsun- yokluğunu farz etmek, ilmi bir ifade ile “lazım-i mahiyyetin, mâhiyetten infikâkını kabul etmek” demektir ki, muhaldir, çünkü bir tenakuzdur.
VACİBÜ’L-VÜCÛD’UN KARŞILIĞI “MÜMKİNÜ’L-VÜCÛD”
“Mümkinü’l-vücûd” demek, varlığı kendinden değil demektir. Çünkü varlığı kendinden olsaydı asla yok olmaması icap ederdi. Görüyoruz ki, bugün var olan yarın yok olup gidiyor. “Mümkinü’l-vücûd” varlığında yaratana muhtaçtır. Madem ki varlığı kendinden değildir. O halde kendi kendine kalınca yok demektir. Onun için her mümkünün varlığı, Allah’ı bildiren bir nişane olmuştur. Çünkü varlığa çıkması ve varlığının devamı, ancak Allah’ın yaratması ve iradesiyledir.
4- BU “İSM-İ ŞERÎF”İN, “İSM-İ A’ZAM” OLMASI
Allah ism-i şerifi, sayılan isimlerin içinde “İsm-i Azam“dır. Çünkü bu ism-i şerifte birtakım hususiyetler var ki, öteki isimlerde yoktur. Bunlardan bazılarını yazalım:
1- Bu “ism-i şerif” Kur’an’daki Esmâu’l-Hüsna’dan ilk gelmiş olandır.
Bilindiği gibi ilk ayet Besmele-i Şerîfe‘dir. Bütün bir sure halinde ilk gelen sure de Fatiha suresidir: “Bismi’ilâhi’r-Rahmani’r Rahîm. El-Hamdü li’llâhi Rabbi’l-âlemin..” Kur’an’da ve hadiste daima önce bu “ism-i şerif” zikredilmiş, ondan sonra Allahu Teâlâ’nın sıfatlarından veya fiillerinden bir veya birkaçı gelmiştir. Yahut bu sıfatlara veya fiillere delalet eden Esmâü’l-Hüsnâ bildirilmiştir. Şu halde Esmâü’l-Hüsnâ içinde bu ism-i şerif asıldır. Öteki isimler buna mülhaktır, muzaftır. Bunun için Esmâü’l-Hüsna’dan herhangi biri tefsir ve izah edilirken Allah ism-i şerifine izafe edildiğinde, “El-Muhsî, Allahu Teâlâ’nın isimlerindendir” denilir. Fakat “Allah, El-Muhsî Celle Celâlühû’nun ismidir” denilmez.
2- Allah ism-i şerifi, Cenâb-ı Hakk’ın “zât-i sübhânî” sine mahsus “ism-i alem”dir.
Alemler, ancak tek olarak müsemmalarını bildirir, bu sebepten, bu “ism-i şerif” mecaz yoluyla da olsa, Allah’tan başkasına söylenemez. Fakat öteki isimlerle mesela; Reşîd, Halim, Hasīb gibi isimlerle fakat mecaz olarak (çünkü Esmâü’l-Hüsnâ’dan hiçbiri hakikat manasıyla Allah’tan maadasına itlak edilmez) başkaları da adlanabilirse de Allah ismiyle hiçbir mahlûk adlanamaz ve adlanmamıştır da. Tanrılık davasına cüret eden Firavun bile kendi adamlarına karşı “Ene Rabbükümü’l-ala” demiş. Fakat, “Ene’llâh” dememiştir. Cehalet devirlerinde Mekke müşrikleri senenin günleri sayısinca Kâbe’nin etrafını 360 putla doldurmuşlardı. Bu putların ayrı ayrı adları da vardı. Kendileri de son derece cahil ve kaba adamlar olduğu halde hiçbir puta Allah diye isim vermemişlerdir.
3- Müslümanlığın anahtarı, imanın temeli olan “Kelime-i Şehadet” ancak bu “ism-i şerif”le hasıl olur, başka isimlerle olmaz.
“Eşhedü en la ilahe illa’llâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve Resûlüh.” Mesela bir gayri Müslim, Müslim olmak için “Eşhedü en la ilahe illa’llâh” yerine “Eşhedü en la ilahe ille’r-Rahman” yahut “Eşhedü en la ilahe ille’r-Rahîm” yahut “Eşhedü en lå ilahe ille’l-Melik…” dese Müslümanlığa girmiş olmaz. Her halde “Eşhedü en la ilahe illa’llâh” demesi lazımdır. Çünkü şimdi söylediğimiz gibi Allah ismi müteferrid yani tek ve eşsiz olarak Zât-ı Hakk’ı ifade eden bir “ism-i has“tır. İsm-i haslarda ortaklık manası düşünmek mümkün değildir. Bunun için hakiki bir tevhiddir. Fakat öteki isimler alem değildir, muayyen ve has olarak zata delalet etmezler. Ya bir sıfat veya “ism-i cins” gibi umumi ve kaplayıcı bir mana ifade ederler. Bu manalarda ise ortaklık manası düşünülmek mümkündür. Gerçi bu manalarda da Allah tekdir ve eşsizdir. Fakat bu hüküm, mananın kendine nazaran değil, dış delillere nazaran sabit olmuştur. Onun için tevhid de sarih değildir.
İman ve İslam’ın temelini teşkil eden kelime-i şehadetin doğrudan doğruya sarih ve kati tevhid ifade eden Allah ismiyle söylenmesi kabul edilmiştir.
4- Allah “ism-i şerif”inin hem lafzında hem manasında topluluk vardır.
Allah “ism-i şerif”inin lafzındaki topluluk: Bu ismi teşkil eden harf ler birer birer kaldırılsa, mana bozulmaz ve yine Zât-ı Hakk’a delalet eden bir “ism-i alem” olarak kalır. Baştaki hemze kaldırılarak “Li’ilâhi” dense, birinci lam kaldırıp “Lehû” dense, bu lam da kaldırıp “Hû” dense hep aynı manadır, Allah’a delalet ederler. Kur’an’da çok yerlerde her üçü de gelmiştir. Yalnız bir “He” kaldığı surette de yine Zâtullâh’a delalet eder. Çünkü “Hû” “ism-i şerif”inin aslı da yalnız “He” dir. “Vav” asli değil, zaidedir. -Sarf ilminde beyan edildiğine göre tesniye ve cemi hallerinde bu “vav” bütün bütün yani hem yazılışta, hem okunuşta düşüyor-. Eğer “vav” asli olsaydı sabit kalırdı. Şu halde tek bir harf olan “He” de Esmâü’l-Hüsnâ’dan bir isimdir. Hem de zât-ı uluhiyete delalet eden bir isimdir.
Her canlı mahlûk, teneffüs etmek suretiyle mecburi olarak Allah’ı anmaktadır. Çünkü “He” harfinin mahreci göğüsten ve ciğerlerden gelen nefes ile çıkar. Her nefes, bir “He” harfidir. Her insan ve hatta teneffüs eden her mahlûk farkına varmadan her nefeste Allahu Teâlâ’yı bu ismiyle anmaktadır. Teneffüs, Allah’ı anmak olunca, Allah anılmadığı surette hayat bitiyor demektir. Şu halde bu “ism-i şerif” aynı hayat demektir. Ruhların, bedenlerin varlıkta devamı ancak bu “ism-i şerif” ile temin edilmekte olduğu ne kadar açık görülmektedir.
ALİ OSMAN TATLISU
ALLAH İSMİ ŞERİF’İNİN MANASINDAKİ TOPLULUK
Allah “ism-i şerif”i bunların ve daha ötekilerinin manalarını hepsini birden toplu olarak ifade eder. Onun için manadaki bu topluluğu mülâhaza ederek “Ya Allah” diyen bir kimse, Cenâb-ı Hakk’ı bütün isimleriyle ve bütün sıfatlarıyla zikretmiş olur. İşte bu hususiyetlerinden dolayı, sayılan Esmâü’l-Hüsnâ içinde Allah “ism-i şerif”i “İsm-i Azam” dır. Onun için şanı büyük, bereketi daha bol, feyzi ve inayeti daha süreklidir. Bu sebepten bu “ism-i şerif” daima âşıkların gıdası, sadıkların nevası olagelmiştir.
Allah ismini bir kelimeyle tanımlarsak, o kelime MÜKEMMEL olur. Allah bütün isim ve sıfatlarıyla mükemmeldir.
VELİ TAHİR ERDOĞAN
KUR’ÂN’DA ALLAH İSMİNİN VERDİĞİ MESAJ
Allah’ı tanımak ve tanıtmak için Kur’an’a baktığımızda, Kur’ân’ın dekoru sanki bizden gelecek “Ya Rabbi! Seni nasıl tanıyalım ve tanıtalım?” sorusuna cevap vermek için hazırlanmış gibi durur.
Rabbimiz, Kur’an’da biri hariç, 113 sûrenin başında, Zatını Rahmân ve Rahîm olarak tanıtır. Bunun mesajı şudur: “Beni, benim tanıttığım gibi tanıtın. Beni tanıtırken, en başa rahmetimi koyun!” Bu mesajı aldığımızda, “din” ile ilgili tanımlarımızın merkezinde “sevgi” olur. Şimdi bu tanımı merkeze koyarak, bazı klasik tanımları yeniden tanımlayalım:
Allah kimdir? İnsanları sevendir. İnsanlara olan sevgisini göstermek için, dünyayı dev bir hediye paketi yapıp, neye ihtiyaçları varsa içine koyup karşılıksız olarak onlara verendir.
Kur’an nedir? Sevenle sevilen arasındaki sözleşmedir. (Kur’an için yaptığımız sözleşme tespiti, bir benzetme değildir. Gerçeğin ta kendisidir. Beş vakit namazda, günde 40 defa okuduğumuz Fatiha sûresi ve sûredeki “iyyake na’budu” ifadesi, özünden okuyanlar için “Ben bu sözleşmeyi okudum anladım şimdi de gereğini yapıyorum” anlamına gelen kavli ve fiilî bir imzadır.)
Peygamber kimdir? Sevenle sevilen arasındaki sözleşmenin nasıl anlaşılacağını, nasıl yaşanacağını gösteren en güzel örnektir.
Din nedir? Sevenle, sevilen arasındaki ilişkileri düzenleyen değerler sistemidir.
Kur’an’da; Allah lafzı 2697 defa geçer, Allah’a işaret eden “hu” veya “hüve” zamiri, yaklaşık 6000 defa geçer. Tekrarlarıyla birlikte baktığımızda Allah’ın “Alim, Hakim Rahim, Aziz” gibi isimleri yaklaşık 1800 defa geçer. Bu rakamlarda, Allah ismiyle beraber yaklaşık 4500 defa tekrar edilen esmâ-i hüsnâ üzerinden verilen mesaj şu olsa gerek:
VELİ TAHİR ERDOĞAN
Allah’ı tanımak istiyorsanız, esmâ-i ilâhî üzerinden tanıyacak,
Allah’ tanıtmak istiyorsanız, esmâ-i ilâhî üzerinden tanıtacaksınız.
Biz de tebliğimizi yaparken Rabbimizi, Onun kitabını tanıtacağız, Rasulünün yolunu göstereceğiz. Bu arada kendini ilah yerine koyanları ve onun ardından gidenleri de uyaracağız! Allah’ı anlatacağız, Şeytanı değil!
MAHMUT TOPTAŞ
ALLAH İSMİNİ KAİNAT KİTABINDA OKUMAK
Allah ismi, kâinatta öncelikli olarak 99 esmâ olarak tecelli eder. Allah ismine bütüncül baktığımızda, bu ismin kâinatta; mükemmellik, âyet, şahitlik ve tevhid olarak tecelli ettiğini görüyoruz.
Mükemmel: Hiçbir eksik noktası olmayan, kusursuz demektir. O, Allah Zatına ait isim ve sıfatları ile mükemmeldir. Mükemmelin tecellileri de mükemmeldir. Fakat dünya fani olduğu için belli bir süreçte kendi mükemmeline ulaşan hiçbir şey mükemmel kalmaz.
Her çekirdek, her tohum, rahimde döllenmiş her yumurta hücresi, içinde mükemmel olma potansiyeli taşır. Belli bir süreçte kendi mükemmeline ulaşır ama orada kalmaz. Bu durum, yazın güneşin öğle vaktinde tam tepeye çıktıktan sonra, orada kalmayıp, zevale doğru gitmesine benzer. Bunun üzerinden verilen mesaj şudur: Dünyada mükemmeli aramayın. Mükemmelin adresi fani dünya değil, bâkî olan ahirettir.
Âyet: işaret ve delil demektir. Yaratılan her şey Allah’a işaret ettiği gibi, O’nun varlığına ve birliğine delildir.
Şâhitlik: Yaratılan her şeyin âyet olma özelliğinin yanında bir de şahit olma özelliği vardır. İnsanın “Eşhedü.” diye başlayan şahitliği, bu şahitliğin bir sonucudur.
Tevhid: Allah ismi kâinatta tevhid olarak tecelli eder. Tevhid Allah’ın birliğini ve tek otorite (kanun koyucu) oluşunu anlatan, BİRleştirmek veya BİRlemek anlamına gelen bir kavramdır.
Bu kavramın dille ifade edilmesine kelime-i tevhid, yâni LÂ İLÂHE İLLALLAH denir. LÂ İLÂHE İL LALLAH bütün esmâyı içine alan bir zikirdir. Bütün esmânın, LÂ Rahmâne, LÂ Melike, LA Kuddûse… İLLALLAH şeklinde zikri mümkündür.
Güneş, yedi renkten meydana gelir. Tek renk halinde görünür. Ama tabiatta milyonlarca renk cümbüşüne dönüşür. “Allah” ismi, bütün “el-Esmâ-ül-hüsnâ’sının manasını kendinde toplayan bir isimdir.
MAHMUT TOPTAŞ
Allah’ın, Kelam sıfatının “Kün-ol” emriyle, kainat yaratılmıştır. El-esmâ-ül-hüsnâ’sıyla varlığa tecelli etmiştir. Güneşin aynada göründüğü gibi tecelli etmiştir. Hz. Ali (r.a.): “Nereye baksam Allah’ın san’atını, kudretini, ilmini görürüm” diyor.
Rabbimiz: “Allah’ın nimetlerini hatırlayın ve yeryüzünde karışıklık çıkararak bozgunculuk yapmayın” buyurur. (A’raf, 74)
Bir haftalık çocuğunuzu, nasıl, dikkat ederek, hiçbir tarafını incitmeden severseniz, çiçekli bir bahçede dolaşırken çiçekleri ezmeden gezerseniz, yeryüzünü dolaşırken de “Bu dağlar, bu taşlar, bu kuşlar, bu denizler, bu yıldızlar, bu çiçekler, bu böcekler Allah’ındır” diyerek dikkat edeceksiniz.
Sevdiklerinizin çocuklarını, çiçeklerini korursunuz, Rabbiniz ise, sizin bütün sevdiklerinizi yaratandır Kainat dediğimiz “Evren” Rabbimizin mülküdür Allah’a iman eden O’nun mülkünü korur. Şirkle, isyanla, inkârla, israfla o mülkü kirletmez.
Yunus’un “Sordum sarı çiçeğe” ilahisinde söylediği çiçeklerin “Allah” diyerek açtığını, derelerin “Allah” diyerek aktığını, rüzgarların “Allah” diyerek estiğini düşünen insan, havayı kokuşturamaz, dereyi kirletemez.
İşte Rabbimizin, Kur’ân’ında birinci derecede iman üzerinde durması bundandır. Günümüzde paraya tapanlar, para putunu kasasında tutmak için “İktisad” adı altında sanayi artıklarını temizlemeye yanaşmayıp, para putunu çevreyi korumak için harcayamadığından denizdeki balıkları, havadaki kuşları, dağlardaki ağaçları kuruttular.
Halk uyanmadan, kendileri ucuz paralarla “çevreci dernekleri” kurdurup halkın gözlerini başka yerlere çek meye çalışıyorlar. Allah’a iman eden herkes Allah’ın mülkünü korumakla görevlidir.
Allah’ımız yalnız Müslümanların Allah’ı değildir. Bütün alemlerin Rabbidir.
Her gün namazımızda kırk defa bunu tekrarlıyoruz. Evrensel dinin mü’minleriyiz. Alemlere rahmet olan Peygamberin rahmet ümmetiyiz. Avrupa birliğindekiler, Amerika’dakiler, Afrika, Japonya ve tüm dünyadakiler, aynı güneşte ısınırlar, aynı Allah’ın kullarıdırlar. Hz. Adem’in çocuklarıdırlar.
Peygamber Efendimiz (sav): “Allah yeryüzünü bana dürdü / topladı, doğusunu da, batısını da gördüm. Bana dürülen o yerlere, yeryüzünün doğusuna da, batısına da ümmetim sahip olacaktır” buyurmuş. (Müslim, Fiten 5, Hadis 2889; Ebu Davud, Fiten 1, Hadis 4252; Tirmizi Fiten, Hadis 2203; İbni Mace, Fiten, Hadis 3952.)
Alemlerin Rabbi Allah’a ve alemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammede (s.a.v.) iman edenlere yeni ufuklar açılıyor. Hayırlı olsun.
ALLAH İSMİNİN PEYGAMBER EFENDİMİZ(SAV)’DEKİ TECELLİSİ
Allah ismi, Peygamber Efendimizde nasıl tecelli etmiştir? Evrende geçici mükemmellik olarak tecelli eden Allah ismi, Peygamber Efendimiz (sav)’de KEMAL yani olgunluk ahlakı olarak tecelli eder. O yüzden Peygamber Efendimiz(sav) İnsan-ı Kâmil ufkunun zirvesidir.
Bu tecellinin zirve noktasında, insan vardır. İnsanlar içindeki zirve noktada, Peygamberler vardır. Peygamberler içindeki zirve noktada, Hz. Muhammed Mustafa vardır. İşte bu yüzden Hz. Muhammed (sav) örnek insandır, kâmil insandır. Böyle olduğu için de tüm insanlık için model insandır.
Peygamber Efendimiz( sav), Allah’ı en iyi tanıyan, en iyi anlayan, O’nun isteklerini hayata, O’nun razı olduğu şekilde aktaran, en güzel örnek olması hasebiyle, esmâyı ahlaka dönüştürmede, Allah’ın razı olduğu ahlak ile ahlaklanmada en güzel rehberimizdir.
KALPLERE ŞİFA “ALLAH” İSMİ BANA NE DİYOR?
✓ Sen, Allah’ın sınırsız özellik ve güzelliklerine sınırlı olarak ayna olmuş en güzel en özel varlıksın.
✓ Sen, manen çok zengin olan ve açılmayı bekleyen bir define sandığısın.
✓ Sen potansiyel olarak bire, binler meyve verecek bir tuba ağacı* olmaya adaysın.
*Rad süresi, 29 âyette işaret edilen tuba ağacı, dünyada yapılan güzel işlerin ahirette meyve vermesi anlamında bir mecaz olarak kullanılmıştır.
✓ Kâmil insan olma yolunda kendini keşfet! En güzel, en özel örneğin yolu olan sünnet-i seniyyenin rehberliğinde sendeki potansiyel açığa çıktığında meleklerin yazdığı amel defterinde isminin karşısında “Tüm aşırılıklardan uzak, dengeli ve olgun bir insan” yazacak.
Bir insan için, meleklerin ve insanların dilinde böyle anılmak dünyadan giderken geriye örnek alınacak bir hayat bırakmak, dünyadaki en büyük enginlik ve zenginlik değil midir?
BU “İSM-İ ŞERÎF” HÜKMÜNCE BİR KUL İÇİN GEREKEN ŞEY
Madem ki, Allah ism-i şerifi bütün isimlerin, sıfatların birleştiği bir “ism-i câmi”dir ve biz bu ism-i şeriften Cenâb-ı Hakk’ın bütün noksan sıfatlardan münezzeh ve bütün kemal sıfatlarıyla muttasıf bulunduğunu öğreniyoruz. O halde bu ism-i şerifin hükmüne göre kul için yapılması gereken şey, tam ve kâmil bir insan olmaya çalışmaktır. Yani mümkün olduğu kadar noksanlarını azaltmaya, faziletlerini çoğaltmaya gayret etmektir.
BU GAYEYE ULAŞTIRICI DÖRT MÜHİM ESAS
1-Birincisi ve en mühimi, Allah bilgisi edinmektir.
Düşünme çağına gelen her insanın ilk vazifesi Allahu Teâlâ’yı öğrenmektir. Bir çiftçi, bir mühendis, bir asker, bir tüccar, bir âmir, bir sanatkâr velhasıl içtimai sınıflardan hangisine mensup olursa olsun, bir şahsın mesleğinden gerek kendisinin, gerek başkalarının samimi surette faydalanması için bu bilgi ile mücehhez olması şarttır. Allah’ı bilmeyen ve Allah’tan korkmayan bir şahısta ne ferde, ne cemiyete bir hayır vardır. Şayet bu bahtiyarlığı hayatının ilk çağlarında kazanamamışsa hayatının bitim noktasına varmadan bu yüksek bilgiyi elde etmeye çalışmak lazımdır.
İnsanın ömrü doğduğu günden değil, Allah’ı bildiği günden itibaren başlar. Allah’ı bilmeyen gönüller, gezen ve konuşan birer ölüdür. Birçokları evladının, kar deşlerinin, sevdiklerinin ölümünden kederlenir, günlerce acı lar içinde kalır. Halbuki kendi kalbinin ölü olduğundan haberi bile yoktur. Ne hazin bir hal!
ALİ OSMAN TATLISU
2- Allah bilgisini kati delillere dayamaktır.
Allah bilgisinde bir taklitçi gibi şundan bundan duyduğu yarım yamalak sözlerle kanaat etmemek lazımdır. Çünkü dediğimiz gibi bu duygu hayatın her safhasında âdilane muamelenin, samimiyetin, hele ibadette ihlasın temel taşıdır. Bu, ne kadar kuvvetli olur sa bu hususlarda insan o kadar dürüst ve o kadar kıymetli olur. Bunun için herkes anlayışı nispetinde yerleri, gökleri, havayı, bulutu, yağmuru, değişen mevsimleri, geceleri, gündüzleri, yerden çıkan mahsulleri, sınıf sınıf hayvanları ve nihayet kendi şahsını, içinde, dışında yapılmış, kurulmuş, durup dinlenmeden işleyen bunca makinaları düşünmeli, düşünmeli de basit bir bostan kulübesinin bile kendi kendine olamayacağına ve her eserin bir müessiri bulunacağına göre bütün bunları yapan, eden, görüp gözeten, kurup işleten, mutlak kudret sahibi bir zatın varlığına ve O’nun kemal sıfatlarına yürekten inanmalı ve bu inancı ile dünya yüzünde tek başına kalsa bile sarsılmamalı.
Eser, iz; müessir, izin sahibidir. Eser gözle görülür; müessir, akıl ile sezilir. Mesela, uzaktan yükselmiş bir duman sütunu görüp de orada ateş bulunduğunu anlamak, ateşin varlığına hükmetmek aklın işidir. Duman gözle görülmüş, onun delaletiyle ateşin varlığına aklen hükmedilmiştir. İşte buna “eserden müessire isdidlâl” denir. Eseri görünce hemen müessire intikal etmek, insanların yaratılışlarında bulunan bir hassadır. Bir insan -aydın olsun, cahil olsun- eseri görüp dururken müessiri inkâr edemez. İnkâr edeni de şiddetle reddeder.
Şu halde bir tabloyu görüp de onun ressamını, bir nakşı görüp de onun nakkaşını bilmek kadar tabi bir şey olamaz. İşte bu bilgi yolunca yaratılmıştan, Yaradan’a, gözetilmişten, Gözeten’e, yaşayanlardan ekmel bir hayat sahibine, büyük ve mühim işler başında bulunanlardan Kayyûm’a, işleri nizam ve tertibine koyanlardan her şeye bir nizam veren Nazzâm’a, adaletlilerden büyük Adile, kâinatta zıt kuvvetlerin muvazenesinden tek bir Hâkim’e, merhametlilerden Rahman ve Rahîm’e… Velhasıl her şeyde suretten manaya, eşyadan esmaya, esmadan müsemmaya geçerek fikirlerde Allah bilgisi delillerini çoğaltmak, genişletip derinleştirmek iktiza eder.
3- İbadetlere itina etmektir.
Allahu Teâlâ’ya karşı borçlu olduğumuz ibadetlere itina etmek, adap ve erkânını gözeterek her birini vakti zamanıyla ifa etmek, bu hususta katiyen gevşeklik göstermemek lazımdır. Çünkü ibadetler, insanları kâmilleştiren ve yükselten en kuvvetli âmillerdir.
4- İyi veya kötü huylarını sıkı bir kontrole tâbi tutmak:
Kibir, haset, cimrilik, zorbalık, şunu bunu çekiştirmek gibi her biri insan için birer ayıp, birer eksiklik demek olan birçok kötü huylardan kalpte hangileri varsa (korkunç bir hastalığın tedavisine çalışılır gibi) bunlara teşhis koyarak kendini onlardan kurtarmak, buna mukabil bütün güzel huylarla nefsini kıymetlendirmek lazımdır. Ancak bunun ne kadar çetin ve başarılması ne kadar güç bir iş olduğu, kendini ıslaha çalışan her insanın duyduğu bir hakikattir. Bir kötü huyu kalpten söküp atmak için aylarca ve bazen daha uzun zamanlar uğraşmak lazım gelir. Fakat her kötü huydan kurtuldukça (mühim bir ameliyat atlatmış hastalar gibi) bir bayram yapmak haktır. Allah’ın sevdiği kulları arasına katılmak, elbette ki kolay olmaz. Kuvvetli irade, geniş tahammül lazımdır…
Kim ki, bu zorluklarla savaşır, yılmaz; neticede muhakkak ki, muzaffer olur. İyi bir insan olmak uğrunda zorluklara katlananları, muradlarına erdireceğine dair Allah’ın vaadi vardır. Bu muzafferiyetin manası “İsm-i A’zam” ile tahakkuk etmek demektir ki, kullar için bundan daha ileri bir mertebe yoktur. Nimet, külfete göredir; kaidesince mükâfatın büyüklüğü, tahammül edilecek zorluklar nispetinde olacağına şüphe yoktur.
“Özetle, kalbi, bu ismi hakkıyla bilecek genişlikte olan ve kulluk görevlerini tam bir saygı ve içtenlikle yerine getirerek, sevginin zirvesi sayılan kulluk hakkını veren kimse, hiçbir şeye ve insana muhtaç olmaz.” (İbnu’l Kayyım el-Cevziyye)
Kulun bu isimden alacağı ders, Allah‘tan başkasına muhtaç olmamaktır. Yani kişi kalbini bütünüyle Allah’a vermeli, güç ve kuvvetini O’ndan bilmeli, O’ndan başka hiçbir şeyi görmemeli, O’nun dışında bir şeye dönüp bakmamalıdır. Sadece O’ndan korkmalı ve yalnızca O’na ümit beslemelidir. Kul, nasıl böyle olmasın ki? Zira o, bu isimle gerçek varlığın sadece Allah olduğunu bilmekte, O’nun dışındaki bütün varlıkların yok olacağına inanmaktadır. İlk yok olacaklar arasında da kendisini görmektedir.
İMAM GAZÂLÎ, “EL-MAKSADU’L-ESN”
ALLAH İSMİ ŞERİFİ İLE DUA
Ya Allah! Ey bize, Zatını Allah ismiyle tanıtan Rabbimiz! Sen, bütün varlıkları yaratan, en güzel isimlerin sahibi olan Rabbimizsin! Sen, bizi seven, neye ihtiyacımız varsa onu bize karşılıksız verensin! Sen, bize olan sevgini, Senden başka hiç kimsenin veremeyeceği değerli nimetlerle gösterensin!
Ne olur! Bize de, Sana olan sevgimizi, razı olduğun bir hayatı yaşayarak göstermeyi nasip eyle!
Ya Rabbi! Sen nasıl sevilmek istiyorsan, Seni öyle sevmeyi, Sen nasıl bilinmek istiyorsan, Seni öyle bilmeyi, Sen nasıl tanınmak istiyorsan seni öyle tanımayı da bizlere nasip eyle! Sevdiğin her şeyi sevgilimiz eyle, razı olduğun her şeyi tercihimiz eyle! Sevdiğin ve razı olduğun her şeyi bizim huyumuz ve alışkanlığımız eyle! Sevmediğin ve razı olmadığın her şeyden de uzak durmayı bizlere nasip eyle!
Ya Rabbi! Seni güzel isimlerinle tanımayı, o isimlere en güzel şekilde ayine olmayı, vahyin rehberliğinde, Peygamber Efendimiz(sav)’in örnekliğinde, o isimleri güzel ahlaka dönüştürmeyi bizlere nasip eyle!
SONUÇ
Allah Tebârek ve Teâlâ Hazretlerini tanımak, O’na ait olmak, O’nu temsil etmek, O’na ibadet etmek, O’na itaat etmek, O’nun yolunda olmak, O’nun iradesini yaşatma cehdi taşımak, O’nun adını, bilgisini, yasasını, nizamını yüceltmek, ancak tevhide dayalı bir bilinçle/ahlakla/yaşayışla mümkün olabilir. Hangi nedenlerle olursa olsun, tevhidi sınırlara/ölçülere, yasalara gölge düşürmek, Allah (c.c.) inancına gölge düşürmek gibidir. Tevhidi esaslardan bağımsız bir İslami hayat, dünya ve modelden söz edemeyiz. Tevhidi esaslara riayet etmeksizin takva’ya ulaşamayız. Allah’ın (c.c.) yanında modern-seküler-liberal ilahları da kabul etmek şirk alanına kapanmakla aynı şey’dir.
Hayat, varoluş, insanlık, tarih, hareket, Allah Zü’l Celâl Hazretleriyle başlar. Hayatın, varoluşun, kâinatın merkezinde her an, her durumda var olan şanı çok yüce Rabbimizdir.
İslam’ın esası, belirleyici temel ilkesi, kimliğimizin tek kaynağı, kapsayıcı tek ilke tevhid ilkesidir. Tevhidi sınırların dışında kalan bir amacımız olamaz. Şanı çok yüce Rabbimizin nitelikleri bizim idrakimiz üzerindedir. Tevhidi bilinç, zamana/mekâna/tarihe müdahale bilinci demektir. Allah’a (c.c.) nasıl hizmet-itaat-ibadet etmemiz gerektiğini bizlere Peygamberlerimiz öğretir.
Allah Zü’l Celâl Hazretleri göklerin ve yerin yaratıcısıdır, nurudur. O’nun bir misli yoktur. Hiçbir şey O’na denk ve eş değildir. Ezelden ebede varlığı zorunlu olandır. Sonsuz kemalât sahibidir. Varlığının evveli olmadığı gibi, sonu da yoktur. Ebediyyen mutlak ve tek kalacak, yalnızca O’dur. Velhamdülillahirabbilalemin.
KAYNAKLAR:
- Ali Osman Tatlısu, Esmâü’l-Hüsnâ Şerhi
- İbnu’l-Kayyım el-Cevziyye, Esmaül Hüsna
- Mahmut Toptaş, Esmâü’l-Hüsnâ Şerhi
- Veli Tahir Erdoğan, Peygamber Efendimiz(sav) Örnekliğinde 99 Esmâ Bana Ne Diyor?
- Nurettin Durman, 99 Yazar 99 Esmâ
Yazımızda bulunan alıntıların telif hakkı yazarlarına/yayınevlerine aittir.
————————