İbni Haldun ’un 21. Yüzyıl İnsanını İslam Medeniyetine Daveti
Ä°bni Haldun’un kısaca hayatına deÄŸinecek olursak, Müslüman ilim adamı Ä°bni Haldun 732’de Tunus’ta doÄŸmuÅŸtur. Ä°lk yıllarını Kur’an ezberlemek, kıraat öğrenmek ve ilim tahsili ile geçirmiÅŸtir. Sonrasında Tunus, Cezayir, Fas, Endülüs arasında seyahat etmiÅŸ, siyasi ve idari iÅŸlerle meÅŸgul olmuÅŸtur. En önemli eseri olan el-Ä°ber’in giriÅŸ kısmını oluÅŸturan Mukaddime’ yi telifle iÅŸtigal olduÄŸu dönemde ele almıştır. Müderrislik, kadılık görevlerinde bulunmuÅŸtur. Son dönemlerini ise Mısır’da geçiren Ä°bni Haldun 808’de 74 yaşında iken vefat etmiÅŸtir.
İbni Haldun, İslam medeniyetinin duraklamaya, gerilemeye, zayıflamaya, daha sonra da yıkılmaya yüz tuttuğu buna karşı Batı medeniyetinin canlanmaya başladığı 8-14. Asır arasında yaşamıştır.
İBNİ HALDUN ’UN ASABİYET KAVRAMI ÜZERİNDEN İSLAM MEDENİYETİNE DAVET
İbni Haldun, asabiyeti; himaye, müdâfâ, mutâlebe ve ortaklaşa yapılan her türlü içtimai faaliyet olarak tarif eder. Ona göre hem sosyal yaşamda hem siyasal alanda birlikte hareket etme tarzıdır.
İbni Haldun’a göre iki türlü asabiyet vardır.
- Nesep asabiyeti
- Sebep asabiyeti
Nesep Asabiyeti
Nesep asabiyeti soydaş, kandaş olma ile birlikte harekete dayanırken sebep asabiyeti ortak amaçla birleşme ve dayanışmaya dayanır. Sebep asabiyetinde soy birliği değil amaç birliğidir esas olan.
Nesep asabiyeti bedevi(kırsal kesim) toplumlarda yaygın iken sebep asabiyeti hadari(kent) toplumlarda yaygındır. Cahiliye hayatına bakacak olursak kavmiyetçiliğin ön planda olduğu görülür. Onlarda kan bağına dayalı nesep asabiyeti kuvvetlidir. Günlük ihtiyaçlarını karşılamak üzere birlikte hareket ederler. Kendi kavimlerinin üstünlüğü için mücadele ederler. Güçlü, saygın olan kavim otoriteyi elde eder.
Sebep Asabiyeti
Sebep asabiyeti, hadari toplumlardaki cemaatlerin, cemiyetlerin yani ortak bir amaç uğruna bir araya gelmiş fertlerin dayanışma, birlik ruhunu yansıtan bir kavramdır. Bu birlikte hareket etme eylemi o topluluğu ayakta tutan temel esaslardan biridir. Dışardan gelecek tehlikelere karşı bir kalkan görevi görür.
Dünya genelinde yaşanan yozlaşmalar, iktidar savaşları, insanın kendini Tanrılaştırması ile gücünü kendinden daha zayıf olan üzerinde kullanıp ezmesi, zulümlerin çoğalması gibi sıkıntılara Allah’u Teâlâ bir dokunuş yapmış Peygamber Efendimiz(sav)’in gönderilişi ile karanlık çağ vahyin ışığı ile aydınlığa kavuşmuştur. İslam, ahlaki, toplumsal olarak yozlaşmış bedevi topluma ilaç olmuştur.
Peygamber Efendimiz(sav), ilk akrabalarından başlayarak çevresindekilere Tevhidi anlatmıştır. Karşı çıkan, anlamayıp engel olan, anlasa da gücünü tehdit ettiği için otoritesinin sarsılmasından korkanlara rağmen, inanların sayısı gitgide artmıştır. İlahi vahye kulak tıkayan o devrin bazı bedevileri İslam’ın yayılmasına engel olmak ve önünü kesmek için Efendimiz ve ashabına türlü işkenceler, boykotlar, zulümler uygulamıştır. Her şeye rağmen direniş, mücadele devam etmiştir. Hicretle birlikte anadan babadan serden geçen bu topluluk Medine’ye yerleşmiştir. Ensar muhacirlere kucak açmıştır.
Ensar-Muhacir kardeşliği soy kardeşliğinin önüne geçen İslam kardeşliğinin en güzel örneği olmuştur.
Bu topluluk itaat, karşılıklı güven, hak, adalet, iyiliği emir/kötülükten men etme, dayanışma ve kardeşlik, cesaret, her türlü kötülük, günahlar ve haramlardan korunma, aidiyet gibi prensipleri şiar edinmiştir. Rabbani metotla eğitilen toplum Allah’ın rızası için, O’na layık kullar ve ümmet olma şuuruna erişmişlerdir.
Gerçekleşen fetihlerle beraber İslam toprakları genişlemiş, diğer devletler tarafından tanınmış, imtiyazları artmıştır. Bir devlet haline gelmesi ile birlikte toplumsal, siyasi, eğitim, ahlak v.b birçok alanda gelişmeler yaşanmıştır. İlk anayasa oluşturulmuştur.
İslam Medeniyeti kurma yolunda siyasi otorite Kuran ve sünnet ekseninde şura ile yönetilmiş, İslam hukuku(fıkıh) toplumsal yaşamda adaleti, hakların eşit dağılımını sağlamış, huzurlu bir toplum meydana gelmiştir.
Peygamber Efendimiz(sav)’in mektebinde yetişen sahabiler İlahi vahyi herkese ulaştırmak için dünyanın dört bir tarafına yayılmışlardır.
“Fitne kalmayıp, Din (düzen, sistem) yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın’’ ayeti ile İslam’ın tüm dünyada hâkim olması, Allah’ın boyasıyla boyanmış nesiller meydana getirme, adaleti sağlama, zulme engel olma en büyük hedef haline gelmiştir.
Peygamber Efendimiz(sav)’in rehberliğinde bedevi toplum İslam dini ile medeniyetin zirvesine ulaşmış ve asırlarca dünyaya hâkim olmuştur. Hulafa-i Raşit’in devri gerçek medeniyetin en parlak örneği olmuştur. Her taraf ahlaklı, mümtaz şahsiyetlerle dolup taşmıştır. Ferdin fertle, cemiyetin cemiyetle, cemiyetin fertle olan ilişkisi mükemmel bir seviyeye yükselmiştir.
Rum devlet adamlarından biri Müslüman askerlerinden söz ederken şöyle diyor: “Onlar gecelerini ibadetle, gündüzlerini oruçla geçirirler. Verdikleri sözü mutlaka yerine getirirler. İyiliği emreder, kötülüğü yasaklarlar. Birbirlerine karşı çok insaflı ve merhametlidirler.’’
İbni Haldun her devletin kuruluşundan çöküşüne kadar geçirdiği evrelerden bahseder. Devletleri insana benzetir. İnsanlar nasıl doğup, büyüyüp, gelişiyor, sonrasında ise yaşlanıyor ve ölüyor ise devletler de kurulur, büyür, gelişir, yükselir, geriler ve yıkılır, der. Bir devlet refah ve kemale erdiği zaman yıkılmaya mahkûmdur. Her şey fanidir, zevale erecektir. Baki olan ise yalnızca Allah’tır. Her güzel şeyin bir sonu vardır misali bu güzel medeniyet de gün geldi birtakım sorunlar nedeniyle yıkılmaya mahkûm oldu.
Müslüman toplum düzeninin bozulmaya başlamasındaki sebepler
- Dinin devlet idaresinden ayrılması
- Devlet idare düzeninde cahiliyeye kaymalar
- İdarecilerin İslam’ı hakkıyla temsil etmemeleri
- Hilafetin ehliyetsiz kişilere geçmesi,
- Dünya hayatına meyletme
- Bidatlerin yayılışı
- Rahatlık, refah, ahlaki dejenere
Üç kıtaya hükmeden Osmanlı devleti böyle kritik bir zamanda kurulmuştur. Askeri alandaki başarısı, eğitim seviyesinin üstünlüğü, idare sistemi ile birçok devletin örnek aldığı bir imparatorluk olmuştur. Fakat son dönemlerde yaşanan duraklamalar, gerilemesine sebep olmuştur. İlmi alandan, savaş teknolojisine varana kadar birçok alanda bir kıtlığın yaşandığı evreye geçilmiştir.
Batı ise bu devirde yükselişe geçmiştir. Kilisenin despotik baskısından kurtulmayı başaran bilim adamları, felsefecileri dinden uzak bir sistem benimsemişlerdir. Zaten tahrif olmuş, içi boşaltılmış, yalnızca baskı ve menfaat üzerine kurulu olan kilise dini hükmünü yitirmiştir. Yunan felsefesine dayanan hümanizm benimsenmiştir.
Batı teknoloji, sanayi, ilmi olarak gelişmeye başlamış fakat ahlaki olarak zayıflamıştır. Dinden uzak materyalizm anlayışı ile nefsani arzu ve isteklere göre yaşama, büyük balığın küçük balığı yuttuğu, menfaatlerini yerine getirmek için her şeyi mubah görme anlayışı hüküm sürmüştür.
“İnsan insanın kurdudur.’’ Anlayışı ile güçlü olanlar kendinden zayıf olanları ezmeyi kendine hak görmüşlerdir. Güçlenmesi ve birçok ülkeyi de sömürge altına almasıyla maddi manevi felaketlere sebep olmuştur.
İbni Haldun’a göre bir millet mağlup olup diğer bir milletin hâkimiyetine girerse, hızla yok olaya mahkûm olur. Ona göre mağlup, mahkûm milletler, galip olan milletin adet ve örflerini, yaşam tarzlarını taklit ederler ve bunun zorunlu bir içtimai değişim olduğu söyler. Böylece onların içinde erir ve özünü kaybederler.
İslam milletleri dünyaya hüküm sürerken nasıl Batı ve Avrupa onu taklit etmiş ise devran döndüğünde de tam tersi gerçekleşmiştir. Lakin bizde görülen değişim yalnız teknik, ilim alanında değil, tümüyle yaşam tarzını benimseme ile gerçekleşmiştir. Osmanlının son dönem aydınlarının Avrupa seyahatleri ile çöküşü engellemenin tek yolunun Batının izinden gidilmesi gerektiği anlayışı yanlış bir çözüm yolu olmuştur.
Maddi olarak bir gelişme sağlandı belki fakat manevi olarak zayıfladık. Teknoloji alanında ilerledik, modernizmin gerekliliği olan kılık kıyafet, yaşam tarzı, aile yapısının değişimi gibi değişikliklere gidildi. Aynı zamanda dinin hem yönetim sistemine hem insan yaşamına müdahalesinin söz konusu olmadığı bir sistem de benimsendi. Her konuda yaşanan gelişmesini dinin gücünden ve din asabiyetinden alan İslam âlemi bundan fersah fersah uzaklaştı.
Kapitalizm ve buna benzer ideolojiler insanı bir çarkın içinde öğütüp robotlaşmasına sebep oldu. Yalnızca tüketim odaklı yaşamaya mahkûm insan yığınları israfın, gereksiz harcamaların, aşırılıkların kurbanı oldu. Ahlaki denge bozuldu. Haramlar arttı. Gayri meşru ilişkiler, bundan doğan çocuklar, boşanmalar çoğaldı. Genç nesillerde yanlış ideolojiler yüzünden dinden sapmalar yaşandı. Ekonomik denge alt üst oldu. Bir kısım zümre zenginliğine zenginlik katarken, bir diğer taraf fakirleştikçe fakirleşti. Avrupa’nın ABD’nin zulmüne, sömürgesine uğramış yıllardır açlıkla cebelleşen Afrika ülkeleri, diğer bir zulüm sahnesi yıllardır kan revan içinde inleyen Ortadoğu. Çin zulmüne uğramış olan Doğu Türkistan ve daha niceleri… İşte Batı modernizminin sonuçları.
Bir toplum ne zaman Allah’tan, Kuran’ın rehberliğinden uzaklaşırsa Allah da onu dünya ile imtihan eder. Günümüzde de bu imtihanlar yaşanmaya devam etmektedir. Altında yatan temel sebep ise: İslamsızlıktır.
Hemen hemen her alanda yaşadığımız sorunların çözümü yeniden özümüze dönmekle sağlanacaktır. Bunu çözmeye tek tek sorunları hallederek değil sistemi İslam dini üzerine kurarak başlamalıyız. Diğer türlü içinden çıkılmaz bir hal alır ve sorunları halletmek zorlaşır. Kurtuluş reçetesi İslam’dadır. İnsanın unuttuğu yaşam gayesini tekrar hatırlaması, yalnızca Allah’a kulluk etmesi gerektiği bilincine varması gereklidir. Hayatını vahye göre yaşamaya programlamalıdır. Aynı zamanda İslami bir eğitim de şarttır. Herkese bu eğitim verilmeli ve bozulan fıtratlar yeniden dirilişe geçmelidir. Hedefler eskiden olduğu gibi yeniden bir medeniyet kurmaya endekslenmelidir. Geçmişte bu sorunları yaşayan toplumlara İslam nasıl ki şifa olduysa 21. yüzyıla da şifa olacaktır biiznillah.
Kaynakça:
İbni Haldun: Mukaddime, Dergâh Yayınları, Derleyen: Süleyman Uludağ
Ebu’l Hasen En-Nedvi: Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti, Çeviri: Yusuf Karaca